TMMOB her iş cinayeti ve hatta yaralanmadan sonra, veya her hafta bir gün sadece tek cümlelik bir açıklama yapsın: İş güvenliği uzmanları neden ücretlerini işverenden alıyor?
Sadece ve ısrarla bunu söylesin, sağına soluna hiçbir söz eklemesin, cevabını kendi vermeye çalışmasın. Örgüt sadece bu soruyu sorarak bir kamuoyu oluştursun; hükümet, örgütün içindeki kişiler, kahvelerde adamlar, günlerde kadınlar, okullarda öğrenciler, ofislerde ve fabrikalarda çalışanlar bu soruya kendince cevap versin ardından, bu tartışılsın. Ama solcu hastalığı galip geldiği için -bir konuyu başından sonuna kadar, diğer bütün olaylarla ve tarihiyle birlikte açıklama çabası- bu konuyu doğru bir şekilde gündeme getiremediğimizi düşünüyorum. Halbuki ilk yapmamız gereken doğru cevapları vermek değil, doğru soruları sormak. Doğru cevapları versek bile bu sadece bizim fikrimiz olarak ortada kalıyor, katılan katılıyor, katılmayan katılmıyor. Ancak doğru soruları kamusallaştırabilirsek hükümet dahi bu soruları yanıtlamak zorunda kalacaktır.
Ancak bundan sonra şu konuşulabilir: Tabii ki iş cinayetleri hükümet politikasının neticesi. Somalı işçilerin Ermenek'e ulaşmasının engellenmesi işçi örgütlenmesine karşı tutumun en açık ifadesi.
Bir de çalışanların bu konuda sadece Çalışma Bakanlığı'nı muhatap alması taraftarıyım. Çalışma Bakanlığı denilen kurum sınıf mücadelesinin neticesinde, emekçiler adına da kabinede biri olması gerekliliği üzerinden var olan kurum. Çalışma Bakanı da tabii ki hükümet politikalarının uygulayıcısıdır; ancak bundan çok daha önemlisi Çalışma Bakanlığı'nın kaale bile alınmıyor olması çok ciddi bir politik sorun olarak belirlenmeli. Enerji Bakanı görevini iyi yapıyor, Türkiye "hızlı kalkınıyor". Ancak Çalışma Bakanlığı görevini yapmıyor, işçileri temsil etmiyor, işçilerin sorunlarını kabine gündemine getirmiyor. Enerji Bakanı'yla Çalışma Bakanı arasında ihtilaf yoksa bu Çalışma Bakanı'nın görevini yapmadığı anlamına gelir; çünkü o ancak işi yavaşlatmak pahasına görevini ifa edebilir. Yapamıyorsa, "hükümetin politikası Çalışma Bakanlığı'nın çalışmasını imkansız kılıyor" diyerek istifa etmek zorunda. Bizim buradaki görevimiz Çalışma Bakanlığı'nı hep daha fazla çalışmaya zorlamaktır.
Son olarak sendikalar emekçilerin hakkı üzerine çok daha ciddi düşünerek yeni haklar üretmek zorundalar. Bir önceki çağın "Toplu İş Sözleşmesi yaparsak yapalım, yapabileceğimiz yerde örgütlenelim, yapamayacaksak yapamayalım" modeli iflas etmiştir. Yeni sözleşme modellerine katkıda bulunmak zorunda sendikalar. Bu alanda sadece yasalara bakmamak zorundayız. Yasal sınırları zorlamak -yasadışı alana çıkmak anlamında değil yasanın öngöremediği alanlara girmek anlamında- zorundayız. Bunu sendikaların yapması çok da mümkün değil aslında. Yeni, irili ufaklı pek çok emekçi örgütü kurulmalı, her gün yeni bir örgüt kurulabilir. Mesele tek bir emek örgütü kurmak veya bunları siyaseten temsil edebilecek tek bir kurumu inşa etmek değil -bu bitirdiğimiz çağın mücadele biçimi- nasıl bireylerden bir örgüt meydana getirebiliyorsak, örgütlerden de yeni örgütler meydana getirebilecek, ortak hareket edebilme kapasitesine sahip pek çok örgüt inşa etmek. 3 kişi varsa 3 kişi örgütlensin, baskı gördükleri anda bu baskıya karşı bir sözleşme modeli kurmaya çalışsın.
Yani özetle mücadeleyi yükseltebilmek için nicel artış gerektiğini düşünenler yanılgı içinde, çünkü bu yanılgıyı takip etmenin dışında bir yol bilmiyorlar. Örgütlenmek nicel değil nitel bir problem olarak belirlenmeli ve buna verilecek cevapları teke indirgeyecek her türlü örgütlenme modelinden kaçınılmalı. Bunun yerine farklı cevapları bir arada tutabilecek örgütlenme modellerine ihtiyaç var. Devir, örgütlere katılım devri değil, yeni örgütler kurma devri. Örgütlere katılacaksak da örgütlerimizle katılalım.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder