TMMOB her iş cinayeti ve hatta yaralanmadan sonra, veya her hafta bir gün sadece tek cümlelik bir açıklama yapsın: İş güvenliği uzmanları neden ücretlerini işverenden alıyor?
Sadece ve ısrarla bunu söylesin, sağına soluna hiçbir söz eklemesin, cevabını kendi vermeye çalışmasın. Örgüt sadece bu soruyu sorarak bir kamuoyu oluştursun; hükümet, örgütün içindeki kişiler, kahvelerde adamlar, günlerde kadınlar, okullarda öğrenciler, ofislerde ve fabrikalarda çalışanlar bu soruya kendince cevap versin ardından, bu tartışılsın. Ama solcu hastalığı galip geldiği için -bir konuyu başından sonuna kadar, diğer bütün olaylarla ve tarihiyle birlikte açıklama çabası- bu konuyu doğru bir şekilde gündeme getiremediğimizi düşünüyorum. Halbuki ilk yapmamız gereken doğru cevapları vermek değil, doğru soruları sormak. Doğru cevapları versek bile bu sadece bizim fikrimiz olarak ortada kalıyor, katılan katılıyor, katılmayan katılmıyor. Ancak doğru soruları kamusallaştırabilirsek hükümet dahi bu soruları yanıtlamak zorunda kalacaktır.
Ancak bundan sonra şu konuşulabilir: Tabii ki iş cinayetleri hükümet politikasının neticesi. Somalı işçilerin Ermenek'e ulaşmasının engellenmesi işçi örgütlenmesine karşı tutumun en açık ifadesi.
Bir de çalışanların bu konuda sadece Çalışma Bakanlığı'nı muhatap alması taraftarıyım. Çalışma Bakanlığı denilen kurum sınıf mücadelesinin neticesinde, emekçiler adına da kabinede biri olması gerekliliği üzerinden var olan kurum. Çalışma Bakanı da tabii ki hükümet politikalarının uygulayıcısıdır; ancak bundan çok daha önemlisi Çalışma Bakanlığı'nın kaale bile alınmıyor olması çok ciddi bir politik sorun olarak belirlenmeli. Enerji Bakanı görevini iyi yapıyor, Türkiye "hızlı kalkınıyor". Ancak Çalışma Bakanlığı görevini yapmıyor, işçileri temsil etmiyor, işçilerin sorunlarını kabine gündemine getirmiyor. Enerji Bakanı'yla Çalışma Bakanı arasında ihtilaf yoksa bu Çalışma Bakanı'nın görevini yapmadığı anlamına gelir; çünkü o ancak işi yavaşlatmak pahasına görevini ifa edebilir. Yapamıyorsa, "hükümetin politikası Çalışma Bakanlığı'nın çalışmasını imkansız kılıyor" diyerek istifa etmek zorunda. Bizim buradaki görevimiz Çalışma Bakanlığı'nı hep daha fazla çalışmaya zorlamaktır.
Son olarak sendikalar emekçilerin hakkı üzerine çok daha ciddi düşünerek yeni haklar üretmek zorundalar. Bir önceki çağın "Toplu İş Sözleşmesi yaparsak yapalım, yapabileceğimiz yerde örgütlenelim, yapamayacaksak yapamayalım" modeli iflas etmiştir. Yeni sözleşme modellerine katkıda bulunmak zorunda sendikalar. Bu alanda sadece yasalara bakmamak zorundayız. Yasal sınırları zorlamak -yasadışı alana çıkmak anlamında değil yasanın öngöremediği alanlara girmek anlamında- zorundayız. Bunu sendikaların yapması çok da mümkün değil aslında. Yeni, irili ufaklı pek çok emekçi örgütü kurulmalı, her gün yeni bir örgüt kurulabilir. Mesele tek bir emek örgütü kurmak veya bunları siyaseten temsil edebilecek tek bir kurumu inşa etmek değil -bu bitirdiğimiz çağın mücadele biçimi- nasıl bireylerden bir örgüt meydana getirebiliyorsak, örgütlerden de yeni örgütler meydana getirebilecek, ortak hareket edebilme kapasitesine sahip pek çok örgüt inşa etmek. 3 kişi varsa 3 kişi örgütlensin, baskı gördükleri anda bu baskıya karşı bir sözleşme modeli kurmaya çalışsın.
Yani özetle mücadeleyi yükseltebilmek için nicel artış gerektiğini düşünenler yanılgı içinde, çünkü bu yanılgıyı takip etmenin dışında bir yol bilmiyorlar. Örgütlenmek nicel değil nitel bir problem olarak belirlenmeli ve buna verilecek cevapları teke indirgeyecek her türlü örgütlenme modelinden kaçınılmalı. Bunun yerine farklı cevapları bir arada tutabilecek örgütlenme modellerine ihtiyaç var. Devir, örgütlere katılım devri değil, yeni örgütler kurma devri. Örgütlere katılacaksak da örgütlerimizle katılalım.
30 Ekim 2014 Perşembe
29 Ekim 2014 Çarşamba
"Biz cumhuriyette hayvan gibi yaşadık"
"Biz cumhuriyette hayvan gibi yaşadık" demişti üstad. İnsan olmanın mücadelesi bugün ve hâlâ sürüyor. Ermenek'te 18 işçi muhtemelen hayatını kaybetti bugün. Somalı işçilerin Ermenek'e yönelmesi insan olma mücadelesidir. Her biri kendi kaderini yaşamaya mahkum edilen işçiler kaderlerini birleştirerek hayvanlaştırılmaya karşı koyuyor. Ermenek'te taziyeye gitmelerini engelleyen hükümet ise onları insan yerine koymamakta ısrarcı, bunun ötesi berisi yok. Cenaze ritüelleri, ölümle kurduğumuz ilişki, insani bir deneyim, insanı insan yapan deneyim. Bunu yok saymanın anlamı da belli.
Diğer yandan bizim Kobane'ye ilgimiz insan olma mücadelesi. Kobane'de açıkça görülüyor, milliyetçiliğimizi ezmeden insan olabilmek mümkün değil. Türk olmayanı insan yerine koymazsak "insanlık" kümesini ortadan kaldırırız, birilerini insanlıktan çıkarırken insanlık diye ortak bir küme varmış gibi konuşamayız. Kobane Kürd cumhuriyeti değil insan cumhuriyeti kurmaya çalışıyor. Bu mücadelenin yanında durmak insan olmanın mücadelesi.
Diğer yandan bizim Kobane'ye ilgimiz insan olma mücadelesi. Kobane'de açıkça görülüyor, milliyetçiliğimizi ezmeden insan olabilmek mümkün değil. Türk olmayanı insan yerine koymazsak "insanlık" kümesini ortadan kaldırırız, birilerini insanlıktan çıkarırken insanlık diye ortak bir küme varmış gibi konuşamayız. Kobane Kürd cumhuriyeti değil insan cumhuriyeti kurmaya çalışıyor. Bu mücadelenin yanında durmak insan olmanın mücadelesi.
24 Ekim 2014 Cuma
Batı Şeria, Soma ve zeytinliklerin katli
İsrailli yerleşimcilerin Batı Şeria'da zeytin ağaçlarını katlettiği gün, Türkiye hükümeti de Soma'daki zeytinlikleri katlediyordu. Tam hasat zamanında...
Ortaklık: İnsanların kendilerini çaresiz hissederek her koşula razı gelmesi, nihayetinde ucuz işgücüne dönüşmesi.
Fark: Batı Şeria'dakilerin mülteci kamplarına Soma'dakilerin maden ocaklarına sürülmesi.
Ortaklık: İki toprak da "yerleşim"e açılıyor.
Fark: Biri düşmanının toprağını diğeri vatandaşının
İsrail'den Batı Şeria'da ağaç katliamı
Ortaklık: İnsanların kendilerini çaresiz hissederek her koşula razı gelmesi, nihayetinde ucuz işgücüne dönüşmesi.
Fark: Batı Şeria'dakilerin mülteci kamplarına Soma'dakilerin maden ocaklarına sürülmesi.
Ortaklık: İki toprak da "yerleşim"e açılıyor.
Fark: Biri düşmanının toprağını diğeri vatandaşının
İsrail'den Batı Şeria'da ağaç katliamı
21 Ekim 2014 Salı
"Terör" kapsamının genişlemesi ne anlama geliyor?
Ceza kanununu iptal edeceğiz bütün suçları terör kabul edeceğiz. Sonuçta ayrı ayrı tanımlamaya, suçları birbirinden ayırmaya gerek yok. Suç işlemek devlete meydan okumaktır, terör de esasında devlete meydan okumak demektir. Konuşurken haddini aşmak da uyuşturucu kullanmak da dersten kaçmak da bir terör eylemidir. Devletin her türlü uyarısına rağmen fazla tuz kullanmak ve sigara içmek terör eylemleridir. Günde 10.000 adım yürümeyerek sağlıklı yaşamak konusunda Sağlık Bakanlığı'yla inatlaşmak bir terör eylemidir. Kendi vücuduna bariz bir şekilde zarar vererek üretim gücünü düşürmeyi ve devletin sunduğu sağlık hizmetlerini suistimal etmeyi amaçlayan odakların işleridir. Eğer kötü niyetli değillerse, kullanılmaktadırlar. Kürtaj bir terör eylemidir, doğum kontrol yöntemleri terör eylemleridir. Ülkenin en önemli kaynağı olan insanı, işgücümüzü kurutmayı amaçlamaktadırlar. Bunların reklamları da örgüt propagandasına girebilirdi ama devlet "bu ülkeye yatırım yapana kin tutmaz". Aynı şekilde, beyaz ekmekte ısrar etmek de terör eylemidir ama bu suçu beyaz ekmeği üretenler değil, alanlar işlemektedir. Ekmeğinin peşinde koşanlar hangi ekmeğin peşinde koştuğunu bilmek durumunda. Bu konuda halkımızı bilinçlendireceğiz.
Molotof silah, maske suç, uyuşturucu 'terör' kabul edilecek haberi
Molotof silah, maske suç, uyuşturucu 'terör' kabul edilecek haberi
Hükümet cephesi "Neden Kobané?" diye soruyor
"Neden Kobané?" Dün akşam tartışma programında duydum bu sözü en son. Erdoğan ve takipçisi devlet düşünürleri bu noktaya parmak basmayı seviyor. Neden Suriye'nin diğer bölgeleri değil de Kobané? Önemli bir soru soruyorlar, gerçekten de cevabını anlayamadıkları için soruyorlar. Hükümetin krizi şu: Biz dünyaya bir sürü gündem önerdik, neden bunlar değil Kobané konuşuluyor? Konumları gereği anlayamadıkları şey PYD'nin önemli bir zafer kazandığı gerçeği. Anlayamıyorlar, çünkü bu askeri değil, siyasi bir zafer. Dünya ÖSO'yla Esad'ın savaşında taraf tutamazdı, çünkü bu açıkça bir mezhep savaşıydı, bu mezheplerden olmayan için haklı tarafı olmayan ve karşılıklı mağduriyet üreten bir savaştı. Halbuki PYD işgalci IŞİD'le savaşıyor ve bunu işgalci bir faşizmle insanlığın savaşı olarak formüle etmeyi başarabiliyor. Diğer yandan da PYD çizgisi halkını direnişe motive edebilecek tek gerçek kuvvet olarak beliriyor Ortadoğu'da. Kobané birlik olmuş, artı dışarıdan insanlar da uğruna savaşacak bir şeyler de görüyor orada. Oraya gidiyorlar. Böylece dünya, kendinden olmayan her şeyi yok etmekle tehdit eden faşist IŞİD'e karşı PYD'yi desteklemek zorunda kalıyor. Bugün PYD'ye destek olmadan IŞİD'le mücadele etmek imkansız çünkü. Şimdi, Irak'ın işgalci güçlere karşı mücadelesinde filiz veren IŞİD, Kobané'yi işgal girişiminde küçülmeye başladı. Şimdi ABD desteğini ve hükümetin olumlu adımlarını, zaferinin ardından PYD'yi görmezden gelme politikasını bırakma ve Barzani'nin PYD'ye karşı elini güçlendirme politikası olarak değerlendirme eğilimindeyim.
11 Ekim 2014 Cumartesi
Kobané'nin Ankara'yla ne ilgisi var?
"Kobani'yle Türkiye'nin ne alakası var? İstanbul'un, Ankara'nın ne alakası var? Siirt'in Diyarbakır'ın ne alakası var?" sözlerini alın, Kobané yerine Urfa/Suruç koyun. Kobané'dekiler Suruç'takilerin akrabasıdır çünkü. Vatanın her bir toprağı diğerini ilgilendirmiyor muydu? "Kıbrıs'la Türkiye'nin ne ilgisi var?", "Azerbeycan'la Türkiye'nin ne ilgisi var?" denmemiş de, niye böyle bir şey deniyor? O zaman Azerbeycan'la Urfa'nın ne ilgisi var? Kobane'yle Diyarbakır'ın da bir ilgisi var ki, Diyarbakırlılar bu konuya çok duyarlı, aynı Roboski'ye duyarlı oldukları gibi. İstanbul- Ankara bu konularla ilgilenmiyorsa, sevinçte ve kederde ortaklık yok demektir. İki coğrafyanın aynı ulusun parçası olmadığını veya aynı toplumun parçası olamadığını gösterir. "Ankara'nın Kobane'yle ne ilgisi var?" diyorsan, ve bu doğruysa, Ankara'nın Diyarbakır'la ilişiğini kopartıyorsun demektir. Malum, Ankara Roboski'yle de ilgilenmedi. Sömürge, sömürgeciyi ekonomik olarak ilgilendiren, başka hiçbir açıdan ilgilendirmeyen toprak parçası demektir.
Velhasılı kelam, bu bağlamda Erdoğan'ın sözü şu anlama gelir: Kürdistan Türkiye'nin sömürgesidir. Ayrıca bu sözünü, İstanbul'daki eylemlere karşı TOMA, Diyarbakır'dakilere karşı ise tank kullanarak eylemiyle tamamlar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan: Kobani'yle Türkiye'nin ne ilgisi var
Rojava devriminin yarattığı hazımsızlık
"Biz Marksizmi entellektüel gevezelik ve dünya devrimci hareketinin
trafik polisliğini yapmak için okuyup öğrenmiyoruz. Biz dünyayı
değiştirmek için, dünyanın Türkiye'sinde devrim yapmak için Marksizmi
öğreniyoruz!"
Rojava'ya bakıp bakıp "ama"larla konuşanları, kendince öğüt verenleri görünce aklıma Mahir'in bu sözleri geldi. Bu sözler "Çin mi doğru, Sovyetler mi?" gibi tartışmaların ortasında söylenmişti. Şimdi de Rojava, devrimini can havliyle savunurken, "Kürtler şu noktada geçsin, şu noktada dursun, şunu yapsınlar ama bunu yapmasınlar" diyengiller türüyor. Devrimcilik adına Kürtlerin eksiklerini, hatalarını arayanlar "Onlar da Esad'a karşı çıkmadı ama" diyen kadrolu AKP uzmanlarına benziyor. Ne diyor AKP uzmanları: "Suriye'de Kürtlerin nüfus cüzdanları bile yoktu". Bu sözleri sarf ederek şu denmek isteniyor: Karnın açken neden ekmeğe razı gelmedin de bizimle aynı yemekleri tatmak istedin? Evet, Kürtlerin kimlikleri yoktu ama sadece buna karşı çıkmakla yetinmeyip kendilerini yönetmek istiyorlar. İki tarafta da milliyetçi bir hazımsızlık, düne kadar hiç olanların bizimle gerçek bir eşitlik istemesi karşısında duyulan hazımsızlık var.
Bugün, Rojava'da devrim olmuyormuş gibi davranarak devrimci olunamaz. Türkiye hükümetinin Rojava devrimini boğmayı amaçladığını görmeden devrimci olunamaz. Devrimci olmak için önce milliyetçiliğimizi -kendimizi içten içe üstün görmemizi sağlayan ne varsa onu- yok etmemiz gerekiyor. Devrimleri o güne kadar hiç olan; belki nüfus cüzdanları bile olmayan, belki tek ekonomik faaliyetleri kaçakçılık olan, belki hayatını yasadışı bir şekilde kazanan veya bütün hayatları yasadışı olanlar yapar; seçkinler değil. Devrimi, gerçekten devrime ihtiyacı olan insanlar yapar. Bunu hazmetmeden, bir hiç olan insanların önünde boyun eğmeden devrimci olunamaz. Devrimci olmak için önce devrimi ihtiyacımız haline getirmemiz, çıkarlarımızı gerçekten devrime ihtiyacı olan insanlarla ortaklaştırmamız gerekir. Çünkü, bizim de devrime ihtiyacımız var.
Rojava'ya bakıp bakıp "ama"larla konuşanları, kendince öğüt verenleri görünce aklıma Mahir'in bu sözleri geldi. Bu sözler "Çin mi doğru, Sovyetler mi?" gibi tartışmaların ortasında söylenmişti. Şimdi de Rojava, devrimini can havliyle savunurken, "Kürtler şu noktada geçsin, şu noktada dursun, şunu yapsınlar ama bunu yapmasınlar" diyengiller türüyor. Devrimcilik adına Kürtlerin eksiklerini, hatalarını arayanlar "Onlar da Esad'a karşı çıkmadı ama" diyen kadrolu AKP uzmanlarına benziyor. Ne diyor AKP uzmanları: "Suriye'de Kürtlerin nüfus cüzdanları bile yoktu". Bu sözleri sarf ederek şu denmek isteniyor: Karnın açken neden ekmeğe razı gelmedin de bizimle aynı yemekleri tatmak istedin? Evet, Kürtlerin kimlikleri yoktu ama sadece buna karşı çıkmakla yetinmeyip kendilerini yönetmek istiyorlar. İki tarafta da milliyetçi bir hazımsızlık, düne kadar hiç olanların bizimle gerçek bir eşitlik istemesi karşısında duyulan hazımsızlık var.
Bugün, Rojava'da devrim olmuyormuş gibi davranarak devrimci olunamaz. Türkiye hükümetinin Rojava devrimini boğmayı amaçladığını görmeden devrimci olunamaz. Devrimci olmak için önce milliyetçiliğimizi -kendimizi içten içe üstün görmemizi sağlayan ne varsa onu- yok etmemiz gerekiyor. Devrimleri o güne kadar hiç olan; belki nüfus cüzdanları bile olmayan, belki tek ekonomik faaliyetleri kaçakçılık olan, belki hayatını yasadışı bir şekilde kazanan veya bütün hayatları yasadışı olanlar yapar; seçkinler değil. Devrimi, gerçekten devrime ihtiyacı olan insanlar yapar. Bunu hazmetmeden, bir hiç olan insanların önünde boyun eğmeden devrimci olunamaz. Devrimci olmak için önce devrimi ihtiyacımız haline getirmemiz, çıkarlarımızı gerçekten devrime ihtiyacı olan insanlarla ortaklaştırmamız gerekir. Çünkü, bizim de devrime ihtiyacımız var.
Üniversiteye giren polis
Polis üniversiteye rektörden izin almadan girdiyse bu hukuken suç. Polis
üniversiteye rektörden izin alarak girdiyse öğretim üyeleri ve
öğrencilerin gözaltına alınmasından rektör sorumlu ve suçlu. Suçu
üniversiteyi oluşturan temel değerleri ihlal etmek, bilgi üreten bu
alanın kaba kuvvetle disiplin/terbiye edilmesine göz yummak. Polisin
üniversitede mevcudiyetine izin vermek tek başına ifade özgürlüğü
ihlalinin kabulü.
Bilim/bilgi üretilen alana şiddet uygulamakla yükümlü kolluk kuvvetinin girmemesi bir mutabakata- bir yanda sermayenin bilgi üretimi için bağımsız odaklara (hükümetlerin keyfi müdahalelerinden muaf bilgi üretme merkezlerine) duyduğu kısmi ihtiyaca diğer yanda bilgi üretenlerin kaba kuvvete tabi olmaksızın çalışabilme özgürlüğüne/hakkına/talebine dayanıyor. Hükümetin bu hak ihlalini (üniversiteye elini kolunu sallayarak polis sokmasını) Türkiye'nin üniversitelere/bilime değil ucuz işgücüne dayanan kalkınma stratejisi mümkün kılıyor. Devrimcilerin de bunu alelade hak ihlallerinden biri olarak geçiştirmemesi gerek. Üniversitenin/bilgi üretme merkezlerinin özgürleşmesi mücadelesini sürdürmek gerekiyor. Çünkü ifade özgürlüğü, bugünü değiştirme gücümüzün sınırına vardığı noktada dahi, geleceğe seslenme hakkımızı saklı tutmak içindir.
"Üniversitede eyleme izin yok" haberi
Bilim/bilgi üretilen alana şiddet uygulamakla yükümlü kolluk kuvvetinin girmemesi bir mutabakata- bir yanda sermayenin bilgi üretimi için bağımsız odaklara (hükümetlerin keyfi müdahalelerinden muaf bilgi üretme merkezlerine) duyduğu kısmi ihtiyaca diğer yanda bilgi üretenlerin kaba kuvvete tabi olmaksızın çalışabilme özgürlüğüne/hakkına/talebine dayanıyor. Hükümetin bu hak ihlalini (üniversiteye elini kolunu sallayarak polis sokmasını) Türkiye'nin üniversitelere/bilime değil ucuz işgücüne dayanan kalkınma stratejisi mümkün kılıyor. Devrimcilerin de bunu alelade hak ihlallerinden biri olarak geçiştirmemesi gerek. Üniversitenin/bilgi üretme merkezlerinin özgürleşmesi mücadelesini sürdürmek gerekiyor. Çünkü ifade özgürlüğü, bugünü değiştirme gücümüzün sınırına vardığı noktada dahi, geleceğe seslenme hakkımızı saklı tutmak içindir.
"Üniversitede eyleme izin yok" haberi
7 Ekim 2014 Salı
"Bizim için Esad'la IŞİD bir"
"Bizim için Esad'la IŞİD bir" diyen hükümet yalan söylüyor.
1) Esad muhaliflerine destek verildi, IŞİD muhaliflerine verilmiyor. Hükümet bu farkı açıklamakla da yükümlü.
2) Esad'la ÖSO arasındaki savaş bir iç savaştı, IŞİD ise Kobané'yi işgal etmek için savaşıyor (bu bir olgu, kimin haklı olduğu meselesinden önce geliyor). Aşağıdaki fotoğrafta görülen de budur. Bir Kürt militan yoldaşlarına yemek almak için geldiği aşevinde annesiyle karşılaşıyor. Bir tarafta anneleri, babaları ve kardeşlerinin yaşadığı toprağı savunanlar, diğer tarafta hiçbir bağlantısı olmadığı topraklara zor kullanarak girmeye çalışanlar var. Bu kadar zalim olabilmelerinin gerçek anne, baba ve kardeşleriyle ilişkilerini sürdürmemeleriyle de ilgisi vardır belki: bir aile kardeşliğinden ziyade bir çete kardeşliği söz konusu- suç ortaklığına, kötülüğe, birinin kafasını keserken -belki tecavüz ederken- birbirinin suratına bakıp gülebilmeye dayanan kötü adamlar dayanışması.
3) İkisi aynı olamaz, mümkün değil. Kobané çatışmaları tamamen Türkiye sınırı üzerinde meydana geliyor. Şam'daki çatışmayla Kobané'deki çatışmayı aynı görmek, Suriye'deki çatışmalarla Nepal'deki çatışmaları aynı görmeye benziyor: Suriye'de savaş yaşanırken Nepal'le ilgilenirseniz, bu ancak Suriye'yi önemsememek anlamına gelebilirdi. Kobané'nin önemsenmemesi, ayrıca sınırın bu yakasında kalan akrabalarının önemsenmemesi anlamına da geliyor.
Bunun dışında IŞİD askeri bir tehdit, PYD ise siyasi bir tehdit. IŞİD güvenilmez bir müttefik, açık. Siyasi hedefleri, yani herkesi kendi İslam anlayışlarına uymaya zorlamak, buna uymayanları korkutarak, bağırtarak ve zulmünü ekranlarda göstere göstere kaçırmak; ancak savaşla, askeri bir yolla uygulanabilir. PYD ise Ortadoğu'daki çıkmaza karşı tek modelin Türkiye olmadığını gösteriyor. Küçücük bir kasabanın gerçek demokrasi ve laiklik deneyiminin kimse tarafından kaldırılamayaşının sebebi budur. Sebep, PYD'nin "sana yardım etmemi istiyorsan ne diyorsam anında yapacaksın" şantajını yerine getirmemesidir. Türkiye o kadar siyasetsiz ki, askeri bir tehdidi siyasi bir tehdide tercih ediyor.
IŞİD yetkilisinin belirttiği üzere, ABD'nin IŞİD'in boşaltılmış kamplarını bombalayarak şov yapmasının sebebi de benzer. Bu küçük kasaba, Batı'nın gerçek eleştirisi. Batı IŞİD karşısında ne yapacağını biliyor: onlarla savaşılacak. Onlarla savaşan laik demokratik Kürt kuvvetleri hakkında ne yapacağını ise bilmiyor. Çünkü onlar özgüçlerine dayanarak, daha da önemlisi kendi tercihleri doğrultusunda hareket etmek istiyorlar. Bu anlamda egemen güçlerin çıkarları -IŞİD'den yana değil elbet- ama bu yeni devrimci siyasi deneyimin de yıpranmasından yana. Değerleri IŞİD'e karşı duruyormuş gibi davranmayı gerektiriyor, o yüzden -miş gibi davranıyor.
1) Esad muhaliflerine destek verildi, IŞİD muhaliflerine verilmiyor. Hükümet bu farkı açıklamakla da yükümlü.
2) Esad'la ÖSO arasındaki savaş bir iç savaştı, IŞİD ise Kobané'yi işgal etmek için savaşıyor (bu bir olgu, kimin haklı olduğu meselesinden önce geliyor). Aşağıdaki fotoğrafta görülen de budur. Bir Kürt militan yoldaşlarına yemek almak için geldiği aşevinde annesiyle karşılaşıyor. Bir tarafta anneleri, babaları ve kardeşlerinin yaşadığı toprağı savunanlar, diğer tarafta hiçbir bağlantısı olmadığı topraklara zor kullanarak girmeye çalışanlar var. Bu kadar zalim olabilmelerinin gerçek anne, baba ve kardeşleriyle ilişkilerini sürdürmemeleriyle de ilgisi vardır belki: bir aile kardeşliğinden ziyade bir çete kardeşliği söz konusu- suç ortaklığına, kötülüğe, birinin kafasını keserken -belki tecavüz ederken- birbirinin suratına bakıp gülebilmeye dayanan kötü adamlar dayanışması.
3) İkisi aynı olamaz, mümkün değil. Kobané çatışmaları tamamen Türkiye sınırı üzerinde meydana geliyor. Şam'daki çatışmayla Kobané'deki çatışmayı aynı görmek, Suriye'deki çatışmalarla Nepal'deki çatışmaları aynı görmeye benziyor: Suriye'de savaş yaşanırken Nepal'le ilgilenirseniz, bu ancak Suriye'yi önemsememek anlamına gelebilirdi. Kobané'nin önemsenmemesi, ayrıca sınırın bu yakasında kalan akrabalarının önemsenmemesi anlamına da geliyor.
Bunun dışında IŞİD askeri bir tehdit, PYD ise siyasi bir tehdit. IŞİD güvenilmez bir müttefik, açık. Siyasi hedefleri, yani herkesi kendi İslam anlayışlarına uymaya zorlamak, buna uymayanları korkutarak, bağırtarak ve zulmünü ekranlarda göstere göstere kaçırmak; ancak savaşla, askeri bir yolla uygulanabilir. PYD ise Ortadoğu'daki çıkmaza karşı tek modelin Türkiye olmadığını gösteriyor. Küçücük bir kasabanın gerçek demokrasi ve laiklik deneyiminin kimse tarafından kaldırılamayaşının sebebi budur. Sebep, PYD'nin "sana yardım etmemi istiyorsan ne diyorsam anında yapacaksın" şantajını yerine getirmemesidir. Türkiye o kadar siyasetsiz ki, askeri bir tehdidi siyasi bir tehdide tercih ediyor.
IŞİD yetkilisinin belirttiği üzere, ABD'nin IŞİD'in boşaltılmış kamplarını bombalayarak şov yapmasının sebebi de benzer. Bu küçük kasaba, Batı'nın gerçek eleştirisi. Batı IŞİD karşısında ne yapacağını biliyor: onlarla savaşılacak. Onlarla savaşan laik demokratik Kürt kuvvetleri hakkında ne yapacağını ise bilmiyor. Çünkü onlar özgüçlerine dayanarak, daha da önemlisi kendi tercihleri doğrultusunda hareket etmek istiyorlar. Bu anlamda egemen güçlerin çıkarları -IŞİD'den yana değil elbet- ama bu yeni devrimci siyasi deneyimin de yıpranmasından yana. Değerleri IŞİD'e karşı duruyormuş gibi davranmayı gerektiriyor, o yüzden -miş gibi davranıyor.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)





