31 Mayıs 2017 Çarşamba

Gezi tekrarlanmayacak

Gezi, Dolmabahçe Camii imamının, kapısını kim olduklarına bakmaksızın ihtiyacı olanlara açmasıdır, mazluma kimlik sormamasıdır. "Camide içki içtiler" yalanına ortak olmayı tüm baskılara rağmen reddeden ve bu sebeple cezalandırılan imamı unutma! 

Gezi, bütün katılımcılarının tek tek ulaşabileceği insanların toplamından çok daha fazlası olduğu ölçüde anlamlıydı. Gezi, AKP seçmeninin bir kesimine seslenmeksizin Gezi olamazdı, Erdoğan'ın AKP seçmeni olmayanların bir kesimine seslenmeden gücünü koruyamayacağı gibi.

Gezi tekrarlanmayacak. Her tekrarlama girişimi kötü bir taklit olur, önceki katılımcılarının bir kesiminin katıldığı bir temsilden ibaret olur. Gezi bir Olay'dır ve Olay tekrarlanmaz. Çünkü Olay, kendisini mümkün kılan koşullarda köklü değişimler yaratır. Hakikate sadık kalmak, Olay yaşanmamış gibi davranmamayı gerektirir. İsyanlar ancak farklı biçimlerde tekrarlanabilir, her devlet aynılaşma her devrim farklılaşma eğilimindedir. Olay, her şeyi değiştirir, Olaylara sadık kalmak için onları tekrarlamak değil yaşanan değişimi görerek ona göre ilerlemek gerekiyor.

Gezi'yi hatırlamak onu yüceltmek değil eleştirmek olmalı. Biz Dolmabahçe imamını neden hiç hatırlamıyoruz (hem de Erdoğan'ın içki içtiler" yalanını hatırlarken)? AKP'lilerin pek çoğu Gezi'ye başlangıcında sempatiyle baktığını neden unutmuş durumda? (Erdoğan düşerse hemen hatırlayacaklar, tarih böyle işliyor.) Bu iki sorunun cevabı da Erdoğan'ın başarısının sırrı bence.

28 Mayıs 2017 Pazar

"Halktan biri olmak" diye bir şey var mı?

Erdoğan birilerini "milletine/halkına yabancı" olmakla itham ediyor ya rahatlıkla, bu gerçekten bana ilginç geliyor. Halka yabancı olduğu için, halka çok yukarıda görünebildiği için hükmedebilen adam başkalarını "halka yabancı" olmakla suçluyor. Evet, halkı tanıyor ama içinde durduğu için değil, yukarıdan baktığı için; aynı İstanbul'u helikopterden tanıdığı gibi milleti de anketlerle tanıyor. "Halktan biri olmak" diye bir şey var sananlar çuvallıyor. "Ben sizin gibiyim, gelin peşimden" demek saçma olurdu, eşitse/aynıysa niye peşinden gitsin yani, değil mi?

Hayatında bir gün geçim sıkıntısı yaşamamış, işsiz kalma korkusunu tatmamış biri çıkıyor ve sırf kendine benzemediği için başkalarını halkına yabancı ilan ediveriyor. Bir de buna gerçekten inanıp kendini "halka yabancı" sananlar da var, o da ayrı mesele. Halk neyse artık. Halkın ne olduğuna halkın %50 +1'inin oyuyla mı karar veriliyor? Kalanlar halk olmaktan çıkıyor mu bir anda?

Erdoğan kendisi gibi olmayan herkese yabancı olabilir, hükmettiği halkın yarısına da yabancı zaten. Kendi gibi olmayan her şeye yabancılaşmak faşizmin alameti ve o, toplumu bu temelde örgütlemek için mücadele ediyor. Ben bu toplumun ortalama bir insanı olarak, benim gibi olmayana yabancılaşmayı kabul etmiyorum. Sırf "bu ülke" için değil, dünyanın herhangi bir yanındaki herhangi bir insan topluluğuna yabancı olmayı reddediyorum. "İnsani olan hiçbir şey bana yabancı değildir."

Halk/millet Erdoğan için devlete -ve devletin sureti olan kendisine- itaat eden insanlar topluluğu. Bugün, sembolik direnişleri ve tek kişilik eylemleri bu kadar önemli kılan bu zeminin sarsılması sanki biraz. 100 bin kamu emekçisi kanunsuzca işten atılmış, milyonlarca işçi de hiçbir iş güvencesi olmadan çalışıyor/işten atılıyor. Herkesin gündelik hayatındaki en yakıcı soruna değiyor. Değmemesi için yabancılaştırılması lazım. Yine de işini geri isteme eylemleri halka hitap ediyor, vatandaşlığı devlete itaat anlamının dışına çıkararak çok ciddi bir direniş hattı örüyor. Hatta insanların ortaklaşabileceği fikrine dayanarak halkı yeniden inşa etme potansiyeli taşıyor. İnsan hakları anıtını ablukaya aldıracak korku böyle değerlendirilebilir.

8 Mayıs 2017 Pazartesi

"Tek parti"nin gücünün sınırı

Topbaş'ın damadı neden bırakıldı? Çünkü bir kişinin veya bir partinin tek başına iktidar olabileceği söylemi koca bir yalan. Güç yetmiyor her şeye. Koalisyon sistemi koalisyonun göz önünde kurulması, tek parti veya başkanlık koalisyonun kapalı kapılar ardında kurulması demek. Kime ne taviz verileceğini bilmememiz demek. Tek parti döneminde koalisyon yok muydu, mesela Gülen'le? Bir parti zaten bir koalisyon değil midir? Gülen'e ne tavizler verildiğini bilmiyorduk, şimdi de kime ne veriliyor, bilmiyoruz. Emre Uslu neden evet vereceğim dedi, bilmiyoruz. Bu saçma durum yüzünden başkanlığa PKK ile anlaşılacağını söyleyerek karşı çıkan da savaşılacağını söyleyerek karşı çıkan da haklıydı, haklı. Ülkenin durumu kapalı kapılar ardında alınacak kararlara, gizli gizli nasıl bir koalisyon kurulduğuna bağlı. Kapalı kapılar ardında koalisyon kurmak, yönetebilmek için sözü olanları değil silahı olanları muhatap almak demek. MHP'yi, CHP'yi veya HDP'yi değil; Sedat Peker'i, Ergenekon'u veya PKK'yi muhatap almak demek. Yönetmek için uzlaşmak gerekmiyorsa söz yönetimden uzaklaşmıştır. Saray bu çarpık yapının mimarisi; demokrasi mücadelesi sarayın bin kapısını da topluma açma mücadelesi. Bin bir kirli/gizli pazarlığın döndüğü kapılar açılırsa sarayın yıkılmasına bile gerek kalmaz, saray sahipleri saklanacak başka kapı ararlar. Kavurmacı serbest bırakılırken KHK mağdurlarının muhatap alınmamasının sebebi, güç odaklarını uzlaştıran ama kamusal uzlaşmayı engelleyen bu çarpık saray mimarisi.

5 Mayıs 2017 Cuma

"Evet" de "hayır" da demokrasiye mi hasret?

Demirtaş toplumun "evet"çiler ve "hayır"cılar olarak kamplaşmaması gerektiğini söylerken haklı, hayır da bunu yaptığı ölçüde başarılı oldu zaten. Ancak şu ifade külliyen yanlış: “'Hayır’ diyenlerin de ‘Evet’ diyenlerin de önemli bir kısmı demokrasiye ve özgürlüklere hasret kalmış halkın bizatihi kendisidir." Bu anayasa değişikliğine "evet" diyen kimse "demokrasiye ve özgürlüklere hasret kalmış" filan şeklinde tarif edilemez. Evet diyen kimseler, kendi özgürlüğünü liderinin güçlenmesinde gören kişiler olarak tarif edilebilirler ki bu durumda "demokrasi aşıkları" filan demek komik olur. 

Diğer yandan "evet" ile "hayır" gerçekten çok uzak değil, "evet" demenin de "hayır" demenin de gerekçesi ekseriyetle "güçlü devlet"e duyulan inanç. Bir taraf tek kişiye yetki vermenin diğeri vermemenin devleti güçlendireceğini düşündü; çoğunluğun demokratça (halkın devlet zorbalığına ihtiyaç duymadan kendini yönetmesi gibi) bir derdi yok. Demokrasiyi mümkün kılacak tek şey, insanların kendi özgürlüklerini başkalarının özgürlükleriyle karşıtlaştıramayacağı bir siyasi programın hakim olması olabilir bu durumda. "Evet"le de "hayır"la da demokrat olursun denemez, bir demokratik programı savunursan, kendi hakkını aynı zamanda başkasının hakkı olarak tarif edebilirsen demokrat olabilirsin. Biri patrona muhbirlik yapan diğeriyse maaşını zamanında almak için başka işçilerle ortaklaşan işçilerden ikisi de bencil olabilir; ancak nihayetinde ilki tek başına bencil bir işçi diğeriyse işçilerin haklarının savunucusu olur. 


Çoğunluk demokrat filan değil, yola bu yanlış zanla çıkılmasın. Bugün demokrat olmayanların yarın demokrat olabilmesi mümkün her zaman, bu bambaşka mesele. Ancak yarın idam referandumu olsa, halkın %70'i de buna evet dese "işte halkın demokrasi özlemi, halk diyorsa doğrudur" mu denecek. Demokratik olmayan soruya demokratik cevap verilemez, denebilir ancak. 


Demirtaş’a göre yeni ittifaklar gündemde: ‘Evet’ten de, ‘Hayır’dan da çıkabilir

1 Mayıs 2017 Pazartesi

1 Mayıs'ta çalışmama hakkını tesis etmek

5 yıl önce bugün, resmi tatil günü çalışmama hakkı gasp edilen set işçisi Selin Erdem bir iş cinayetine kurban gitti. 1 Mayıs bir anma veya kutlama günü değil; içinde yaşadığımız çağla, insan canını umursamayan hızlı çalışma çağıyla, "hadi hadi düzeni"yle mücadele etme gününe çevrilmeli. Selin Erdem cinayeti, tam da içinde bulunduğumuz kanunsuz ve sınırsız çalıştırma çağının eseri. 

Bu koşullarda, belki de gelecek 1 Mayıs için, yapılacak en radikal eylemin -Taksim'e çıkmak filan değil- çalışmama hakkının tesis edilmesi olduğunu düşünüyorum. Çoğu şirket, fazla mesai hakkını tanımaksızın, hatta resmi tatil günü çalışmaya rızası olup olmadığını sormaksızın işçilerini çalıştırmakta beis görmüyor. Bu işyerleri tespit edilip basılabilir, fazla mesaisini ödemeden işçileri çalıştırmanın suç olduğu duyurularak bu işyerlerinin çalışması engellenebilir. Kanunsuz bir ülkede işçilerin lehine olan kanunların uygulanması mücadelesini vermek en radikal eylem olabilir. Bu, sadece lafızda olan "kanun karşısında herkes eşittir" ilkesinin pratikte tesis edilmesi mücadelesi olur ve nihayetinde bir eşitlik mücadelesidir. Varsın yasadışı çalışan şirket, beni çalışmasını yasadışı olarak engellediğim gerekçesiyle şikayet etsin. 

Mücadele etmeyi bir sene beklemek için söylemiyorum bunu. Ama kanunların uygulanması mücadelesiyle, kanunsuzluğun mağduru geniş kesimlerin sempatisini toplayacak radikal bir eylem hattı inşa edilebileceğini vurgulamak için söylüyorum, bunun başka örnekleri de bulunabilir.
Bunları 1 Mayıs'ta çalışan pastaneler hakkında arkadaşlarla yaptığımız sohbet üzerine düşündüm.
Çalışmaması gereken gün iş cinayetine kurban giden Selin Erdem'i tekrar, saygıyla anıyorum.